BOZKURT BOZKURT |
|||||
|
||||||||||||||||||||||||||||||||
BOZKURT BOZKURTLARIN KUR'ANI VAR, Bozkurt nedir? Bir birlerini takip etmis
olan bir çok Türk nesillerinin ortak mali olan millî destan parçalarimizda, Türklere yol göstericilik yapan, Türkleri zaferlere
götüren sembol... Her milletin tarihi bir veya bir takim mitoloji
ile baslar. Yazi icad edilmeden evvel mitolojiler vardi. Agizdan agiza söylenerek, nesilden nesile geçiyordu. Yazi icad edildikten
sonra, o zamana kadar halkin agzinda dolasan ve bir milletin topyekûn yasantisinin izahi demek olan mitoloji (yahut mitoloji
seklindeki yazi) yazilmaya baslandi. Her milletin mitolojisi gibi Türk mitolojisi de yanliz bir kisi tarafindan
yazilmadi. Önce Hikâye ve masal yazmaya merakli olan kimseler, bulunduklari yerdeki hikâye ve masallari halkin agzindan dinliyerek
yazdilar. Uzun tarih içinde hikâye ve masallardan bir kaç tanesini küçük bir brosürde yazip topluyanlar oldu. Böylece 8-10
Mitoloji (hikâye) bir kitapta toplanmis oldu. 8-10 Mitolojiye, yeni mitolojiler ileve edenler oldu. Böylece 15-20 Mitoloji
bir kitapta toplanmis oldu. Böylece daha büyük bir mitoloji kitabi yazilmis oldu. Íngilizler için Aslan, Ruslar için ayi, Íranlilar
için Pars, yahut kaplan, Japonlar için ejder. Ítalyanlar için Romüs ve Romülüsü Kurt ne ise, Türkler için de Bozkurt odur.
Bir aydin kisinin Bozkurd'u kabul etmemesi, aydin geçinen bu insanin kendi milli tarihini bilmemesi, milli tarihi ret ve inkâr
etmesi demektir. Kendi milletini ve onun bayragini kabul etmemesi demektir. Kurdu kabul etmemek, en azindan büyük ecdadi inkâr
etmek, tanimamaktir. Kendi milletine ve milliyetine
hürmet etmiyene kimse hürmet ve itibar etmez. Türk milletinin yaratilis destaninda kurt
karsimiza öyle bir hasmet öyle bir mânâ ile çikiyor ki, ona gönül vermemek elden gelmiyor. Türklügün bilincine varmis olan
herkesin onu benimsememesi mümkün degil. Hunlar devrine yaklasirken ve özellikle Hunlar
devrinde (M.Ö.220-M.S. 220) Bozkurt karsimiza daha sumüllü olarak çikiyor. Artik Bozkurt sadece ilâhi bir Ata veya sadece
bayrakta milli bir sembol degildir. Bunlarla beraber Bozkurt, ilâhi bir güç, orduya yol gösteren bir klavuz, darda kalanlarin
yardimina kosan bir Hizir, Hakan'a ve orduya ihtiyat, ihtimam ve temkin dersi veren bir hoca sembolü olarak karsimiza çikiyor.
Bozkurt Oguz Han'la ve ordusu ile beraber savasiyor. Bu hal, en azindan orduya moral veren ve onu zaferden zafere kosturan
bir faktördür. Artik Bozkurt savasçiligin, cesaretin, bir sembolüdür. O kurt olmaktan ziyade, Kurda benzetilen bir kurtarici
ve bir kahramandir. Bilgin ve akilli bir Hakan'dir. Bir millet için, özellikle milletin
içinden çikip gelen ordu için ihtiyat, temkin, ihtimam gibi hasletler, üstün moral sahibi olmak, kendisine ve kendi gücüne
güvenmek, bütün bunlarin üstünde hakli bir is yaparken Allah'in (Putperest dahi olsa) yardim edecegine inanmak, kötü hasletler
midir ki, bunlari temsil ve sembolize eden Bozkurt ve onun sahsinda Türk'üm diyen gençler horlanmaktadir. ATATÜRK'e de Bozkurt
deniliyordu. ATATÜRK de mi hor görülüyor? Bozkurd'un Buzdagindan, dagi
ve tasi, tozu ve dumani birbirine katarak hizla inmesi ve ordunun önüne düsüp yürümesi, bana tarihi bir gerçegi hatirlatti. Ílkçaglarda Mezepotamya, Ortaanadolu
ovalari, Dogu'da Pasinler ovasi ve Medya meskun ve medeni ülkeler iken, yüksek ve ormanlarla kapli olan Güneydogu Anadolu,
insanlarla meskûn degildi. Buralarda vahsi hayvanlar ve sürüler halinde kurtlar yasardi. Kisin her taraf 100-120 cm karla
kaplaninca, yiyecek bulamiyan ve aç kalan kurtlar, sürüler halinde Mezepotamya, Ortaanadolu ve Medya ovalarindaki agillara,
koyun sürülerine saldirirlardi. Kurtlarin geldikleri Güneydogu Anadolu'ya o devrin insanlari Kurdistan diyorlardi. Kurdistan'a
1071 den sonra kalabalik (Kurbaba) kabileleri de yerlestirilmis oldugu ve bu kabilelere, Güneydogu Anadolu'nun Selçuk Sultani
A.Keykubat tarafindan temlik edildigi ayni mintikaya yine Kurdistan denildigi M.Serif Bey tarafindan Varto Tarihi ile tesbit
edilmistir.Kurdistan'a Kürdistan denilmesi maksatli degilde nedir?... Yukarida temas ettim ya.. Efendim Kurdun tek basina
ve mücerret olarak bir mânâsi ve önemi yoktur. Kurt, Türk kültürünün bir unduru, bir bölümüdür. Türk kültür ve medeniyeti,
edebiyati, tarih ve sosyal yasantisi, devlet ordu sevk ve idaresiyle beraber mütalâa ettigimiz zaman kurdun önemi daha iyi
anlasilir. Mesele kurdu hor görmek ve inkâr etmek meselesi degildir. Kurdun sahsinda Türk Kültür ve medeniyetine sahip çikma
meselesidir. O Türk idealinin, Türk dinamizminin önemli bir parçasi ayrilmaz bir bölümüdür. Siz kurdu kabul etmez, kürt tabirini
kabul ederseniz, sizKurdistan'a Kürdistan derseniz, bundan cesaret alanlar, millî sinirlar içinde Kürdistan devlet kurmaya
kalkarlar. Konu memleketin bütünlügü açisindan ele alininca, Kurd'un onu kabul veya inkâr etmenin önemi biraz daha açik anlasilir
sanirim.
İlk Türk Devleti ve Ergenekon
Destanı GÖKTÜRK DEVLETİ: Ergenekon nedir? Türk millî destaninin en
güzel, en lirik ve Türk gençlerine millî ruh verecek en tesirli parçasi... Ve bugün de, liselerde, edebiyat derslerinde okutulmakta
olan bir destan...Göktürk Menşe Efsaneleri ve Ergenekon Destanı'na Göre Türklerin Tarih Sahnesine ÇıkışıGöktürklerin
"Kurttan Türeyiş"lerine dair Çin kaynaklarında da geçen üç efsane vardır. Aslında bu efsanelerin hemen
hemen aynısı M.Ö. 119'da Hunlar tarafından büyük bir yenilgiye uğratılan Wu-sunlar için söylenir.
Efsaneye göre Hunlar bir taarruz neticesinde Wu-sun kralını öldürmüş, onun oğlu Kun-mo küçük olduğu
için Hun hükümdarı ona kıyamamış ve çöle atılmasını emretmiş. Küçük Kun-mo dişi
bir kurt tarafından emzirilmiş ve bu olayı uzaktan seyreden Hun hükümdarı, çocuğun kutsal biri olduğuna
inanarak, büyüdüğünde onu Wu-sunların kralı yapmış, içinden Göktürkleri de çıkaran, Çinlilerin
Kao-çı (Yüksek Tekerlekli Arabalılar) ve T'ieh-li (Tölös) dedikleri, Orhun nehrinden Volga kıyılarına
kadar geniş bir alana yayılan bu güçlü Türk kavimler topluluğu için de "kurttan türeyiş" efsanesi aynı
motifi işler. Çin'deki Toba sülalesi devri kaynaklarında
efsane özetle şöyle anlatılır: "Kao-çı kağanının çok akıllı iki kızı
varmış. Öyle iyi kalpli ve akıllılarmış ki, babaları onların ancak tanrı ile
evlenebileceklerini düşünerek, kızlarını bir tepeye götürmüş. Ancak tepeye ne tanrı gelmiş
ne de onlarla evlenmiş. Kızlar burada beklerken ihtiyar bir erkek kurt tepede dolaşmaya başlamış.
Küçük kız, kardeşine bu kurdun tanrının kendisi olduğunu söyleyerek tepeden inmiş ve kurtla
evlenmiş. Bu suretle Kao-çı halkı bu kız ve kurttan türemiş.". Bu efsanelerin tekamül etmiş şekli,
tarihî realiteye de uygun olarak, Göktürk menşe efsanelerinde ve Ergenekon Destanı'nda görülür. M.S.570'te
ortaya çıkan Çin'deki Sui Sülâlesi devrinde Göktürklerle yakın münasebet kuran Çinliler, Türklerden öğrendikleri
efsaneyi tarih yıllıklarında not etmişlerdir. Efsane şöyledir: (Türklerin eski düşmanı Lin devleti,
çocuğun hâlâ yaşadığını duyunca) hemen kendi adamlarını göndererek, hem çocuğu
hem de kurdu öldürmelerini emretmişti. Askerler kurdu öldürmek için geldikleri zaman, kurt onların gelişinden
daha önce haberdar olmuş ve kaçmıştı. Çünkü kurdun kutsal ruhlarla ilgisi vardı. Buradan kaçan kurt,
Batı Denizi'nin doğusundaki bir dağa gitmişti. Bu dağ, Kao-ch'ang (Turfan)'ın kuzey-batısında
bulunuyordu. Bu dağın altında da çok derin bir mağara vardı. (Kurt) hemen bu mağaranın
içine girmişti. Bu mağaranın ortasında büyük bir ova vardı. Bu ova, baştan başa ot ve çayırlıklarla
kaplı idi. Ovanın çevresi de 200 milden fazla idi. Kurt, burada on tane erkek çocuk doğurdu. (Göktürk
Devleti'ni kuran) A-şi-na ailesi, bu çocuklardan birinin soyundan geliyordu."
BUĞUT ANITI Kök Türk Devleti'nden bizlere
ata yadigarı olarak kalan anıt (bark) ve yazıt (benggü taş, bitig taş) ların biri dışında
hepsi, Kök Türkler'in ikinci kaganlık dönemine aittir. Kök Türkler'in birinci kaganlık döneminden kalmış
olan tek anıt niteliğini taşıyan âbide, Bugut Anıtı'dır. Bugut Anıtı ayrıca
Kök Türkler'den bize miras kalmış en eski anıt ve yazıttır. Bugut Anıtı, Kök Türkler'in
birinci hanedan dönemine ait olup dört yüzünde de yazılar vardır. Ama bu yazılar Orkun alfabesi ile yazılmamıştır.
Yazıt'ın üç yüzü Sogd, bir yüzü de Brahmi harleri ile yazılmıştır. Yazıt'ın dili,
bir Orta-İran dili olan Sogdça'dır. Brahmi harfleri ile yazılmış olan üç bölüm, daha okunamamıştır. Bugünkü Moğolistan'ın
Bugut mevkiinde bulunmuş olan Bugut Anıtı, Mahan Tigin adlı bir Türk şehzadesine aittir. Mahan Tigin,
Kök Türk Kaganlığı'nın ilk hükümdarı olan Bumın Kagan'ın oğludur ve Bumın Kagan'dan
sonra 553-572 yılları arasında Kök Türk tahtına çıkan Mukan Kagan'ın da inisi yani küçük kardeşidir.
(Bu paragraftaki bilgiler, değerli Türkolog Osman Fikri Sertkaya'nın ''Göktürk Tarihinin Meseleleri'' adlı
kitabından alınmıştır. Fakat aynı değerli Türkolog, Orkun dergisinin Mart 1998 tarihli
birinci sayısında, Bugut Anıtı'nın 5. Gök Türk kaganının mezar taşı olduğunu
ve ilk beş Gök Türk kaganı ve devirleri üzerine bilgiler verdiğini söylemektedir. Herhalde, yeni elde edilen
bulgulara göre bir bilgi yenilemesi söz konusudur.) Bugut Anıtı, yaklaşık
olarak 581 yılında dikilmiştir ve Kök Türk Kaganlığı'nın 572-580 yılları arasındaki
dönemi üzerine bilgiler vermektedir. Bu anıt Türk kültür ve tarihinde
önemli bir yere sahiptir. Anıt'ta, Bozkurt Destanı konu olarak yer almaktadır. Bugut Anıtı'nın
Sogdça yazılmış bölümünün üzerinde Türklüğün Bozkurt/Ergenekon Destanı olarak bilinen efsanenin kabartması
bulunur. Sağ bölümü kırılmış olan bu kabartmanın geriye kalan bölümünde bir Bozkurt'tan süt
emen, elleri kesik bir çocuk tasvir edilmiştir. Bozkurt-Ergenekon Efsanesi'nin Eski
Türkçe metni elimizde yoktur. Bu efsane, 629 yılında tamamlanmış olan ve 556-581 yılları arasındaki
olayları anlatan Chou-shu adlı Çin kroniğine, çok yaşlı bir Türk'ün verdiği bilgilere dayanılarak
kaydedilmiştir. Bu Çin kroniğinde de kayıtlı olan Bozkurt/Ergenekon Destanı, Bozkurt Destanı
adlı bölümde verilmiştir. Bozkurt Destanı ayrıca, Çin hanedanlarından Sui sülalesinin resmi tarihinde
de kayıtlı durumdadır. Chou-shu adlı Çin kaynağından
ve Sui sülalesinin resmi tarihinden edinilen bilgiler, Bugut Anıtı ile birlikte incelendiğinde, adına
Bugut Anıtı dikilmiş olan Mahan Tigin'in Aşına (Bozkurt) sülalesine mensup olduğu anlaşılmaktadır.
Buna bağlı oalarak da, bu anıtmezarın 550-630 yılları arasından, yani Kök Türk Kaganlığı'nın
birinci döneminden kaldığı ortaya çıkmaktadır. Bugut Anıtı, bugünkü Moğolistan'da
bulunan Çeçerleg'deki (Arhangay Aymag'ın merkezindeki) müzenin bahçesinde, kaplumbağa kaidesi ile birlikte açık
alanda durmaktadır. Gerek Çin kaynaklarında kayıtlı
olan Bozkurt Destanı, gerek Bugut Anıtı'ndaki Bozkurt'tan süt emen kolları kesik çocuk kabartması,
Bozkurt'un Kök Türk döneminde ve daha önceki devirlerde efsanevi bir ata olarak kabul edildiğini göstermekte ve Eski
Türk devletlerinde devlet simgesi olarak kullanılan kurt başlı tuğ ve bayrakların kökenini açıklamaktadır
BOZKURT BİR TOTEM YA DA PUT MUDUR? Eski Türkler'de totemciliğin bulunduğu
ve Bozkurt'un da Türkler'in totemi olduğu birtakım görüş ve çevrelerce ileri sürülmektedir. Hatta, kendilerini
gerçek müslüman olarak ifade eden bazı çevreler, işi daha da ileri götürüp Bozkurt'un, Türkler'in putu/ilahı
olduğunu ve kurt resmi bulunan bir yerde namaz dahi kılınamayacağını öne sürmektedirler. Atatürk, Bozkurt
ve Resimler Atatürk'e armağan edilen
bozkurt heykeli 2 Ağustos
1926 gecesi Türkiye'nin ''Bozkurt'' adlı yolcu gemisi, Fransız ''Lotus'' gemisi ile Ege Denizi'nde çarpışır.
Bozkurt gemisi batar ve 8 Türk denizcisi boğularak ölür. Ertesi gün, İstanbul'a gelen Lotus gemisinin kaptanı
tutuklanır ve Türk mahkemelerince 80 gün hapis cezasına çarptırılır. Lotus gemisinin kaptanının
karşı çıkışları sonucu dava, Lahey Sürekli Adalet Divanı'na intikal eder. Lahey Sürekli
Adalet Divanı, 7 Eylül 1927'de, Türkiye'nin hukuka aykırı davranmadığına karar verir. Bu kararla
birlikte ''Geminin adı ve Türk milletinin milli simgesi, Türk özgürlük ve bağımsızlığının
timsali olmasından ötürü'', Türk heyetine, Atatürk'e verilmek üzere tunçtan bir Bozkurt heykeli armağan edilir.
Bu davadan dolayı, dönemin adalet bakanı Mahmut Esat'a, Atatürk tarafından Bozkurt soyadı verilmiştir.
ATATÜRK'ÜN ÇALIŞMA MASASINDAKİ
BOZKURT ATATÜRK ZAMANI PARALARINDA
BOZKURT
DEVLET ARMASI SEÇİLEN
BOZKURT 1925 yılında Türkiye
Cumhuriyeti Maarif Vekaleti, Türkiye Cumhuriyeti devlet armasının yapılması için Mustafa Kemal Atatürk'ün
direktifleriyle bir yarışma açmıştır. Bu yarışmanın sonunda Namık İsmail'in
bozkurtlu arması birinci seçilmiştir. Fakat yarışmaya katılan armalar yeterince görkemli olmadığından
kullanılmamışlardır. BOZKURTLU SİGARA Atatürk döneminde, 1935 yılında
piyasaya çıkarılan Bozkurt adlı sigaralar vardır. Bozkurt sigarasının üzerinde de bir bozkurt
tasviri yer almaktadır. PULLARDA DA BOZKURT VARDI Atatürk'ün ölümünden sonra,
27 Mayıs 1960 ihtilalinde bozkurda ilgi yeniden canlandı. İhtilalin birinci yıldönümünde bastırılan
40 kuruşluk posta pulunda, bozkurt figürlü Ergenekon'dan çıkış sahnesi yer almaktadır. ...VE DİĞERLERİ 1924 yılında Edebiyat
Fakültesi yapısında Atatürk'ün emriyle Fuad Köprülü tarafından kurulan Türkiyat araştırmaları
enstitüsünün simgesi meşale tutan bir bozkurttur. Yine, Türk Ocakları'nın, Milli Türk Talebe Birliği'nin,
Yavrukurt Teşkilatı'nın, ilk milli petrol şirketimiz olan Petrol Ofisi'nin simgeleri de bozkurttur. Yine,
Atatürk zamanında devlet okullarında okuyan öğrencilerin başlıklarında bozkurt yer almıştır. |
Türklerin Ana Yurdu
Türklerin Tarih sahnesine ilk çıktıkları
bölge, yani Türklerin ana yurdu üzerine çeşitli görüşler vardır. Maddî kültür unsurları, dil hususiyetleri
ya da tarihî realite bakımından konuyu değerlendiren bilim adamları, Orta Asya'daki çeşitli kültür
çevrelerini Türklerin ana yurdu olarak kabul ederler. Esas itibariyle, bu yöndeki ilk çalışmalar batılı
bilim adamları tarafından ortaya konmuştur. Gerçekte XIX. yüzyıl sonlarıyla XX. yüzyıl
başlarında başlatılan araştırmalarla, batı kendi tarihinin köklerini aramaya koyulmuş,
fakat neticede, hiç hesaba katmadıkları bir milletin yani Türklerin, kendilerine has kültür ve medeniyetleriyle
karşı karşıya gelmişlerdir. Bu gerçek karşısında, batılı bilim adamları
yoğun çalışmalarda bulunmuşlar ve Türklerin tarih sahnesine çıktıkları yer ve zaman hususunda
çeşitli nazariyeler sunmuşlardır. J. Klaproth (1824), J. Von Hammer (1832), W. Schott (1836), M.A. Castren
(1856), A. Vambery (1885) ve E. Oberhummer (1912) gibi ilk âlimler Altaylar ve çevresini Türklerin ana yurdu olarak gösterirken,
W. Koppers (1937), W. Radloff (1891), G.J. Ramstedt (1928), L.Ligeti (1940) ve K.H. Menges (1968) gibi dilci ve tarihçiler
Altaylar'ın doğusu ve Kadırgan Dağlarına kadar olan bölgelerde Türk ana yurdunu aramışlardır
ve bu görüşü ünlü Türkolog Barthold da desteklemektedir. J. Strzygowsky (1935), O. Menghin (1937),
İ. Zichy gibi sanat ve kültür tarihçileri ise Altaylardan Urallar'a kadar uzanan sahaya sıcak bakmışlardır1.
Bu görüşleri değerlendirerek ana yurdun coğrafî sınırlarını tespit etmek mümkündür. Ancak
araştırmalarda belirtilen ve arkeolojik bulguların yer aldığı daha belirli ve dar bir bölgeyi
ana yurt olarak tespit etmek ve kabullenmek hem zor hem de sakıncalıdır. Çünkü dinamik ve hareketli bir
kavim olan Türkler, en eski devirlerden itibaren geniş bir alana yayılmışlar ve kültürlerini buralara
götürmüşlerdir. Atı ehlileştirerek âdeta onunla bütünleşen Türkler, konar-göçer yaşantılarını
bozkır coğrafyasında hâkim kılmıştır. Bu sebeple daha geniş çerçevede düşünülecek
olursa, Türklerin ana yurdu Orta Asya bozkırlarıdır, Orta Asya'nın sınırları doğuda
Baykal gölünden Batıda Hazar ve Ural dağlarına; kuzeyde Sibirya bozkırlarından güneyde Tanrı
dağları ve Gobi çölüne uzanmaktadır. Bu coğrafyanın, bütün dünya tarafından kabul edilmiş
siyasî adı ise Türkistan'dır. Türkistan'da Konar göçer bozkır medeniyetinin M.Ö. devirlere giden pek çok kültür
çevresi yer alır. Sovyet İmparatorluğu'nun dağılmasıyla istiklâllerini kazanan Türkistan'daki
Türk Cumhuriyetleri ve topluluklarına ait topraklarda yapılacak incelemeler Türklerin tarih sahnesine çıkışlarına
dair yeni belge ve bulguları, elbette ki, gün yüzüne çıkaracaktır. Dolayısıyla Türk ana yurdunu Orta
Asya'da dar bir bölgeye sıkıştırmak hem tarih ve kültür birliğini muhafaza etmek hem de ilmî gerçekler
açısından doğru değildir. Nitekim aşağıda gösterilen Türk kültür çevrelerinin zenginliği
de buna delâlet eder. Ana yurtta yer alan ilk kültür çevreleri:
Arkeolojik kazılar ve araştırmalar Orta Asya medeniyetinin M.Ö. V. bine kadar uzandığını
göstermektedir. Batı Türkistan'da, bugünkü Aşkabat çevresinde yapılan kazılarda, M.Ö.V. bine ulaşan
yerleşme merkezleri bulunmuştur. Anav kültürü olarak bilinen bu medeniyetin kimlere ait olduğu kesinlik kazanmamış
ise de Türklerin bu bölgedeki varlıklarının ilk izlerini yansıtabileceği düşünülen ipuçlarını
vermesi açısından Anav önemli bir merkezdir . Bu kültürün devamı olan Andronovo kültürü
ise Altaylardan, Ural dağları-Aral gölü çevresine kadar yayılmıştır. (M.Ö.1700-1200). Bu kültürde
tunçtan ve altından eşya yapımının geliştiği bilinmektedir. Andronovo kültürü özelliklerini
yansıtan diğer bir kültür ise Yenisey-İrtiş çevresinde yer alan Karasuk kültürüdür (M. Ö.1300-800).
Tuva ve Abakan bozkırları ile Baykal gölü havzasında bulunan hayvan figürlü kaplar ve silâhlar bu kültürlerde
benzerlik gösterir. Karasuk kültürünün en büyük özelliği demirin işlenip, silâh yapımında
kullanıldığı ilk kültür olmasıdır. Bu kültür çevresinde insanlar keçe çadırlarda yaşayıp,
tekerlekli arabalar kullanıyorlardı. Minusinsk ve Abakan bölgesinden Altaylara uzanan bölgede Tagar kültürü olarak
bilinen ve M.Ö.700'e tarihlenen buluntularda demir işçiliğinin nadir örnekleri yer almaktaydı. Ayrıca
M.Ö. 3.yüzyıla ait, Orhun ve Selenga boylarına değin uzanan Pazırık kültürü, binlerce yıllık
Türk kültürünün Hun çağına nasıl ulaştığını gösterir. Bütün bu buluntular Türk coğrafyasının
tabiî sınırlarını tespit etmek açısından da büyük bir öneme sahiptir. Orta Asya'daki Türk kültür
çevrelerinde, kurganlarda bulunan bazı eşyalar, Türklerin çok eski zamanlardan beri konar göçer hayata has bir kültür
geliştirdiklerini aşikâr kılar. Av ve savaş aletleri, demir ve deriden çeşitli eşyalar ve at
ile kurt ağırlıklı hayvan figürlü kaplar, bu yaşayışın temel hususiyetlerini bizlere
gösterir. Nitekim Türklere ait menşe efsaneleri ve Ergenekon Destanı gibi mitolojik olaylarda da bu motifler ön
plândadır. Dolayısıyla, maddî buluntular ve Türk mitolojisi, Türklerin tarih sahnesine çıktığı
yer ve zaman hususunda tamamen uygunluk arz etmektedir.
BOZKURT DESTANI Bozkurt Destanı, bilinen en
önemli iki Kök-Türk destanından biridir (ötekisi Ergenekon Destanı'dır / ayrıca Ergenekon Destanı'nın,
Bozkurt Destanı'nın devamı olması kuvvetli bir olasılıktır). Bu destan bir bakıma
Türkler'in soy kütüğü ve var olma hikâyesidir. Ayrıca, Türk ırkının yeni bir var oluş biçiminde
dirilişi de diyebileceğimiz Bozkurt Destanı, Bilge Kagan'ın Orkun Anıtları'ndaki ünlü vasiyetinin
ilk sözleri olan ''Ben, Tanrı'nın yarattığı Türk Bilge Kagan, Tanrı irâde ettiği için,
kaganlık tahtına oturdum'' cümlesi ile birlikte düşünülecek olursa, soy ve ırkın nasıl yüceltilmek
istenildiğini de anlatmaktadır. Destan, Çin kaynaklarında kayıtlıdır. Bozkurt Destanı'nın
iki ayrı söyleniş biçimi vardır. Ama bu iki varyant arasındaki fark azdır ve Çinliler'ce yazıya
geçirilirken ad ve kelimelerin Çince'ye uydurulma gayreti yüzünden ortaya çıkmıştır. Kimi araştırmacılar,
Türkler'le ilgili başka bir kurt efsanesini de katarak bu varyant sayısını üçe çıkarsalar da, aslında
onların Bozkurt efsanesinin üçüncü söylenişi dedikleri bu destan, Hunlar çağındaki Usun Türkleri'nin bir
efsanesidir. Bu efsane, Hunlar'da Kurt adlı bölümde anlatılmıştır. Bozkurt Destanı'nı,
Çin'de hüküm sürmüş Chou hanedanının resmi tarihinin 50. bölümünde ve yine Çin hanedanlarından olan Sui
sülalesinin resmi tarihinde kayıtlıdır. Bozkurt'tan türeyiş efsaneleri,
Türk mitolojisinin en ileri ve romantik bölümüdür. Türk mitolojisinde genel olarak tüm millet düşmanlarınca yok
edilir, geriye yalnızca bir çocuk kalırdı. Türk özelliğini taşıyan hemen her efsanede bu motifi
bulmak mümkündür. Aşağıda yer verilen Bozkurt Destanı'na göre Türkler, eskiden Batı Denizi adlı
bir yerin batısında oturmakta idiler. Efsanedeki Batı Denizi, Aral Gölü olabilir. Batı Denizi'nin Altay
Dağları ya da Tanrı Dağları üzerinde bir göl olması da muhtemeldir. Destandaki, geriye kalan
tek çocuğun kolları ile bacaklarının kesilerek bir bataklığa atılması da, Türk mitolojisinde
önemli bir yer tutar. Bu tür bataklık motifleri, Hun ve Macar efsanelerinde de vardır. Türkler'in yeniden türeyişlerini
anlatan bir destan olan Bozkurt Destanı'nın kısa bir özeti aşağıda verilmiştir: Bozkurt Destanı
''...Türkler'in ilk ataları
Batı Denizi'nin batı kıyısında otururlardı. Türkler, Lin adlı bir ülkenin ordularınca
yenilgiye uğratıldılar. Düşman çerileri bütün Türkleri erkek-kadın, küçük-büyük demeden öldürdüler.
Bu büyük ve acımasız kıyımdan yalnızca 10 yaşlarında bulunan bir oğlan sağ kaldı
geriye. Düşman askerleri bu çocuğu da buldular ama onu öldürmediler; bu yaşayan son Türk'ü acılar içinde
can versin diye, kollarını ve bacaklarını keserek bir bataklığa attılar. Düşman hükümdarı,
çeri (asker) lerinin son bir Türk'ü sağ olarak bıraktığını öğrendi; hemen buyruk verdi
ki bu son Türk de öldürüle ve Türkler'in kökü tümüyle kazına... Düşman çerileri çocuğu bulmak için yola koyuldular.
Fakat dişi bir Bozkurt çıktı ve çocuğu dişleriyle ensesinden kavrayarak kaçırdı; Altay
dağlarında izi bulunmaz, ıssız ve her tarafı yüksek dağlarla çevrili bir mağaraya götürdü.
Mağaranın içinde büyük bir ova vardı. Ova, baştan ayağa ot ve çayırlarla kaplıydı;
dörtbir yanı sarp dağlarla çevrili idi. Bozkurt burada çocuğun yaralarını yalayıp tımar
etti, iyileştirdi; onu sütüyle, avladığı hayvanların etiyle besledi, büyüttü. Sonunda çocuk büyüdü,
ergenlik çağına girdi ve Bozkurt ile yaşayan son Türk eri evlendiler. Bu evlilikten 10 çocuk doğdu. Çocuklar
büyüdüler; dışarıdan kızlarla evlenerek ürediler. Türkler çoğaldılar ve çevreye yayıldılar.
Ordular kurup Lin ülkesine saldırdılar ve atalarının öcünü aldılar. Yeni bir devlet kurdular, dört
bir yana yeniden egemen oldular. Ve Türk kaganları atalarının anısına hürmeten, otağlarının
önünde hep kurt başlı bir sancak dalgalandırdılar...'' Bu efsaneden anlaşıldığına
göre, Türkler'in ilk yurtları, Orta Asya'nın batısına yakın bir yerlerde idi. Türkler, Turfan'ın
kuzey dağlarına daha sonra göçmüşlerdi. Çin tarihlerinin de yazmış
olduğu Bozkurt destanı, burada bitmektedir. Çinliler daha sonra nelerin olduğunu açık olarak yazmıyorlar.
Bu efsanenin son bölümü, Ergenekon Destanı'dır. Ergenekon Destanı, Cengiz Han çağında moğollaştırılmıştır.
Ancak bu efsanenin kökleri ve ana motifleri, açıkça Kök Türkler ile ilgilidir. Kök Türk Devleti, MS 6.yy.dan itibaren
bir cihan imparatorluğu olmuş ve 200 yıl yaşamıştır. Böyle büyük ve güçlü bir devletin,
ilkel Moğollar'dan bir efsane alıp kökenlerini ona dayandırması mümkün değildir. Ayrıca, Ergenekon
Destanı'nın ana motiflerinden biri, Demirci'dir. Destanda demirci, dağda demir madeni bulur ve Türkler bu demir
madenini eriterek Bozkurt'un önderliğinde Ergenekon'dan çıkarlar. Unutmamak gerekir ki, Göktürkler'in ataları
da demirci idiler. Onlar en iyi çelikleri işler, başka devletlere silah olarak satarlardı. Göktürkler'in ataları,
demir cevherleriyle dolu dağların eteklerinde türemişler, demirleri eriterek yeryüzüne çıkmışlardı.
Sonradan kendilerinin de demirci olmaları bundan ileri gelmektedir. Oysa Moğollar, demirciliği bilmezlerdi.
Cengiz Han zamanında Moğollar'ın yanına gelen bir Çin elçisi, o çağda bile Moğollar'ın
ok uçlarını taştan yaptıklarını, demir işlemeyi bilmediklerini belirtir. Moğoıllar
demir işlemeyi, Cengiz Han zamanında Uygur Türkleri'nden öğrenmişlerdir. Ayrıca Bozkurt, Türkler'in
kutsal hayvanıdır. Moğollar'ın kutsal hayvanı köpektir. Asya Büyük Hun Devleti'nde, bizzat
Hun hakanının başkanlık ettiği törenler vardır. Bu törenlerden en önemlisinde, devletin ileri
gelenleri toplanarak Ata Mağarası'na giderler ve orada, hakanın başkanlığında dini törenler
yapılır, atalara saygı gösterilir. Aynı törenler, Göktürk Devleti'nde de yapılagelmiştir. Bu
adı geçen Ata Mağarası, Bozkurt'un Türk gencini düşmandan kaçırıp sakladığı ve
Ergenekon'a ulaştırdığı mağaradır. Asıl önemli olan nokta ise, bütün milletçe bunlara
inanılması ve devletin de bu efsaneye saygı göstermesidir. Yukarıda değinilen konular, Ergenekon
Destanı bölümünde daha geniş olarak anlatılmıştır. Az önce bir özetini vermiş olduğumuz
Bozkurt Destanı, Türk kültürü'ne derinlemesine etki yapmıştır. Bugünkü Moğolistan'ın Bugut mevkiinde
bulunmuş olan, 578-580 yıllarından Kök Türkler'den kalma Bugut Anıtı'nın üzerinde elleri kesik
bir çocuğa süt emziren bir Bozkurt kabartması vardır. Ayrıca Özbekistan'da çeşitli yerlerde kurda
binmiş, kol ve bacakları kesik insan figürleri bulunmaktadır...
HUN TÜRKLERİ VE KURT Altay Dağları'nda yaşayan
Hun Türkleri, gülen ya da kızan Kurt heykelleri yaparlardı. Büyük Hun Devleti'ni kuran Türk boyları daha çok
Altay Dağları ile bu dağların güneybatısında yayılmışlardı; bu boylar ileride
Kök Türk devletini kuracaklardır. Altay Dağları'nın, özellikle batı bölümlerinde bulunan kurganlarda,
ağaçtan ve madenden yapılmış birçok kurt heykelciği ele geçmiştir. Bu heykelciklerin çoğu,
dizgin ve eğerlere süs olmak için yapılmışlardır. Bu kurt heykelleri, doğal bir üslupla yapılmış
olup gerçek bir kurdun fizyonomisini tam olarak yansıtmaktadırlar. Bu kurtların kimileri gülümsemektedirler.
Bu kurt heykelcikleri, sıradan bir hayvan heykeli değildir. Onları yapan sanatçılar, kurtların yüz
ve duruşlarına bir insan tavrı vermiş ve bu kurtları adeta kişileştirmişlerdir. Bu kurtların bazıları
ise korkunç görünüşlüdür. Büyük dişleri, korkutucu yüz ve göz hareketleri vardır. Kurt, insanlarca bazan korkunç
olarak düşünülmüştür. Ama, Türk efsanelerinde görüldüğü üzere kurt, bu bölgelerde yaşayanların ata
olarak da kabul ettikleri bir varlıktır. İşte, gülen ve şefkatle bakan kurt heykelleri bu bölge halklarının
ataları olmalıdırlar. Türkler'in kurttan türeyişi
ile ilgili efsaneler ilk kez Kök Türkler zamanında görülmez. Bundan çok önceki çağlarda, mesela Asya Hun Hakanlığı
döneminde bile, Türkler arasında böyle kurttan türeme efsaneleri vardı. Hunlar zamanında Batı Türkistan'da
Büyük Hun Devleti'ne bağlı olarak yaşayan Usun Türkleri'nin de bir kurttan türeme efsanesi vardır. Bu
efsane Çin tarihlerinde kayıtlı olup Usun Türkleri'nin hükümdar soyu ile ilgilidir. Fakat bu efsane, Kök Türk efsaneleri
gibi köklü görünmemektedir. Usun Türkleri'nin kurttan türeme efsaneleri özetle şöyledir: ...Zamanın birinde, Usun Türkleri'nin
''Kunmo'' sanını taşıyan bir hanları vardı. Bu hân, Hun Devleti'nin batısında Hunlar'a
bağlı olarak hüküm sürerdi. Hunlar ile Usunlar arasında savaş çıktı. Bir Hun saldırısında
Kunmo'nun babası öldü. O sıralarda Kunmo çok küçüktü; daha yeni doğmuştu. Hun hükümdarı, Kunmo'nun
çöle atılmasını, ölüm-kalımının kendi yazgısına bırakılmasını
emretti. Çocuk çöle bırakıldı. Çölde emeklerken bir karga üzerinde dolaşmağa başladı ve
gagasında tuttuğu eti yavaşça yaklaşarak ona verdi; sonra uzaklaşıp gitti. Kuşlar da çocuğu
sineklerden korumakta idi. Sonra dişi bir kurt geldi; memesini çocuğun ağzına vererek onu emzirdi, sütü
ile besledi. Bütün bu olanları gören Hun hükümdarı şaşırdı; çocuğun kutsal bir yavru olduğunu
anladı. Çocuğu alıp adamlarına verdi; iyi bir bakımla büyütülmesini buyurdu. Çocuk büyüyerek yahşı
bir yiğit oldu. Hun kaganı da, onu ordularından birine komutan yaptı. Gittikçe gelişen ve başarılar
kazanan Kunmo'ya gönül bağlayan Hun kaganı, babasının eski devletini ona vererek Kunmo'yu Usun Türkleri'nin
başına han olarak atadı... Kök Türkler'in kurttan türeyiş
efsanelerinin sonucunda bir cihan imparatorluğu ortaya çıkar. Ama yukarıda verilen Usun efsanesinde, Hun Kaganlığı'na
bağlı küçük bir kıral vardır. Kıral, Hun imparatorunca cezalandırılmıştır.
Ve sonradan, kıralın çocuğu yetiştirilerek babasının ülkesine yönetici olarak atanmıştır. Çin tarihlerinin yazdıkları
bu kayıttan anlıyoruz ki, Kök Türkler'in kurttan türeyişlerine benzer efsaneler, MÖ'ki yıllarda da söyleniyor
ve bütün Türk boylarınca bunlara inanılıyordu. Bu tür efsaneler Türkler arasında o denli yayılmıştı
ki, Çin tarihleri Türkler'den bahsederken, hemen bir kurttan türeme efsanesinden dem vuruyorlardı. Hun çağının
yukarıda anlatılan bu kurt efsanesi, biçim olarak daha çok Kök Türk efsanelerine yakındır. Zaten Kök Türkler
de -yerli ve yabancı tarih kaynaklarının da belirttiği üzere- Hunların soyundan gelirler ve kendileri
de Hunlar'ın Orta Asya'daki mirasçıları olarak yaşamış ve davranmışlardır. Avrupa'da büyük ve güçlü bir devlet
kurmuş olan Batı Hunları'nda da Bozkurt ile ilgili malzemeler yer alır. Hun Türkler'i Avrupa'ya geldikten
sonra -özellikle Cermenler'de- kimi yeni kurt efsaneleri görülmeğe başlanmıştır. Fakat Türkler'in
kurt efsanelerinin motifleri, Romalılar'da bulunan kurt efsanesine aykırı düştüğü için, Batı
Hun Türkleri ile Avrupa'ya gelen kurt efsaneleri daha çok Cermenler tarafından benimsenmiştir. Cermen kavimleri,
büyük Batı Hun hakanı Attila'nın yüzünün bir kurda benzediğini söylerlerdi.
MİLLİ SİMGE
BOZKURT Türklüğün millî simgesi Bozkurt'tur...
|
|||||||||||||||||||||||||||||||
|
||||||||||||||||||||||||||||||||